Gerek psikoloji eğitimi alırken gerekse aile ve gruplarla psikoloji mesleğinin uygulamasını yaparken, çoğu kez sorunun temelinde bir iletişim yoksunluğunun yada “diyalog kopukluğunun” varlığı dikkatimi çekmiştir. Bu yoksunluk ve kopukluk ile insanların birbirlerini dinlemeyi bırakıp kıyasıya bir ağız dalaşına girdiklerini, üstelik bunu oldukça iyi yapar hale geldiklerini, zaman zaman da bunu da terk edip artık birbirleriyle hiç konuşmamaya başladıklarını gözlemledim.

Psikoloji biliminin uygulamasıyla uğraşan kişilerin üzerinde titizlikle durduğu bir temel soru vardır;
Kişi davranışı nasıl kazanmıştır, nasıl ve niçin devam ettirmektedir?

Bu soru sadece “olumlu” diyebileceğimiz davranışlar ve duygularla sınırlı değildir. Kişi kendisini mutlu etme becerisini kazanabileceği gibi mutsuz etme becerisini de kazanır. Gece yatağına yattığında uykuya dalmayı becerebildiği gibi, kendisini uykusuz bırakma becerisini de kazanmış olabilir.
İletişim bağlantısını sağlayabilmek ve sağlıklı diyaloglar kurabilmek de kazanılmış bir davranış ve becerinin ürünüdür. Aynı şekilde bir araya gelip, zaman içerisinde tozu dumana katarak birbirleriyle öfkeli bir mücadeleye girebilmek de kazanılmış davranış ve becerilerinin ürünüdür. Bu anlamda kişiler iletişimi yada iletişimsizliği becerirler.

Endokrinolojide Diyalog Derneğinin düzenlediği bu toplantıda özellikle “diyalog” üzerine bir paylaşım içerisinde olmanın önemli ve bir o kadar da keyifli olabileceğini düşündüğümden dolayı bu söyleşinin başlığını da “Farklı Pencerelerden Empatik Diyalog” olarak belirledim

Bugün söyleşide elbette amacım iletişimin yada diyaloğun ne olduğuna yada ne olmadığına dair konuşmak değil. Bugün,öncelikli olarak sağlıklı bir diyalog sağlayabilmek için en önemli girişim olan empatiden bahsetmek, ardından da kişilerin sağlıklı diyaloglar kurmalarını engelleyen 3 temel sebep hakkında konuşmak istiyorum.

İşi hayatımız için de özel yaşantımız için de geçerli olan bir durum vardır ki o da şüphesiz bizim duygularımızı duyarlı bir şekilde dikkate alan kişilerin varlığından dolayı mutlu olmamızdır.

Empati kişinin bir diyalog sırasında karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlayabilmesini ve böylece duyarlı bir yaklaşım içerisinde olmasını sağlayan bir Duygusal Zeka becerisidir. Empati becerisini iyi kullanabilen kişiler bu anlamda iyi bir dinleyici olmalarının yanı sıra karşısındaki kişinin dile getirmediği duyguları da sezebilir, bakış açılarını kavrayabilirler.

Empatiden bahsetmişken özellikle 3 önemli noktanın üzerinde duymakta fayda var.

1.Bunlardan ilki empati kuracak kişinin kendisini karşısındakinin yerine koymasıyla ilgilidir. Empati kurmak isteyen kişinin karşısındaki kişinin fenomonolojik alanına girmesi gereklidir.
Psikolojideki fenomonolojik yaklaşıma gör her insanın bir fenomonolojik alanı vardır. Her insan gerek kendisini gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar, bu algısal yaşantı tamamen özneldir, kişiye özgüdür.
Empati kurmak istiyorsak olaylara empati kurmak istediğimiz kişinin gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız.
Karşımızdaki kişinin rolüne girerek empati kurduğumuzda da o kişinin rolünde kısa süre kalmalı, daha sonra bu rolden çıkarak kendi rolümüze geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Karşımızdaki ile özdeşim kurmak , ona benzemek, veya ona sempati duymak empatiden farklı şeylerdir.

2.İkinci önemli nokta empati kurabilmiş olmak için karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gerektiğidir.
Karşımızdakinin yalnızca düşüncelerini yada yalnızca duygularını anlamış olmak yeterli değildir. Empatiyi tanımlarken bu noktayı vurguladığımızda iki temel bileşeninden söz etmiş oluyoruz. Bunlar empatinin duygusal ve bilişsel bileşenleridir.
Karşımızdakinin rolüne girerek onun ne düşündüğünü anlamamız (bilişsel rol alma, bilişsel perspektif )
Karşımızdakinin hissettiklerinin aynısını hissetmemiz (duygusal rol alma duygusal perspektif )

3.Empati tanımında son öğe ise empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır.
Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati sürecini tamamlamış sayılmayız.
Empatik tepki vermenin en etkili yolu yüzümüzü / bedenimizi kullanarak karşımızdaki kişiyi anladığımızı ifade etmek

Peki, empati kurarak güzelleştirmek ve sağlamlaştırmak istediğimiz diyaloglarımızda arzu ettiğimiz yolu kat edemeyişimizin sebepleri neler olabilir…?

Ben, bunun 3 temel sebebi olduğunu düşünüyorum; bunlar ;

1.Yaşadığımız duygularının sorumluluğunu birbirimize yüklememiz
2.Bireysel bir tercihi veya düşünceyi “doğruluk veya haklılık” olarak görmemiz
3.”Ne söyledikleri” yerine “nasıl kişiler” olduklarını merak etmemiz

1.Duygularımızın ve davranışlarımızın asıl nedeni, olaylarla ilgili düşünme ve yorumlama biçimimizdir. Davranışlarımız ve duygusal tepkilerimiz, düşüncelerimiz ve inanış biçimlerimizin ürünüdür. Ve, sağlıklı bir diyaloğun oluşabilmesi, diyaloğa ilişkin “gerçekçi” düşünce alışkanlıklarını geliştirmeye bağlıdır.

-Söylediğin o söz beni çileden çıkarttı
-Bir gün de beni mutlu edecek bir şey yapsan
-Bu tavırların beni çok kaygılandırıyor
-Beni herkesin ortasında aptal gibi hissettirdin
-Hala beni mutlu edecek bir iş bulamadım
-Beni o kadar çok sevindirdin ki
-Bu çocuk bir gün beni delirtecek
-Artık beni üzmeyi bırak
-Git başımdan, beni daha fazla sinirlendirme.
-Laflarınla içimi karartıyorsun
-Moralimi bozdun

Bu cümleleri ve benzerlerini gün içerisinde defalarca kuruyor olabiliriz. Hatta bu cümlelerin içerdiği anlamlara kendimizi fazlasıyla inandırmış da olabiliriz. Ancak bu cümlelerin hiç biri hiçbir zaman gerçekte var olan bir durumu yansıtamaz. Çünkü sıklıkla kullandığımız bu cümlelerin tamamı duygularımızın kaynağının bizim dışımızda herhangi başka bir kişi ya da başka bir şeymiş gibi gösteriyor.
Davranışlarımızın ve duygularımızın nedenlerini, kendi dışımızda oluşan olaylarda, başkalarının davranışlarında aramak, kendi duygu ve davranışlarımızın kendi kontrolümüzde olmadığı anlamına gelecektir.
Genelde insan ilişkilerinde ve özelde iletişim ve diyalog sürecinde karşımıza önemli bir engel olarak çıkan işte bu yanılgıdır.
O halde, yaşadığımız duygularının sorumluluğunu birbirimize yüklemekten vazgeçmek ve duygularımızla davranışlarımızın asıl nedeninin, olaylarla ilgili düşünme ve yorumlama biçimimiz olduğunu tam olarak fark edersek hem çok daha gerçekçi hem de empatik diyaloglar kurma açısından çok daha başarılı oluruz.

-Söylediği o sözleri duyunca çileden çıktım
-Bu yaptığından dolayı gerçekten çok mutlu oldum
-Sen böyle davrandığın zaman ben çok kaygılanıyorum
-Herkesin ortasında kendimi aptal gibi hissettim
-Artık senin için kendimi üzmekten vazgeçtim
-Moralimi bozdum
-Buna çok üzüldüm
-Geldiğini görünce inanılmaz sevindim

2. “Bu iş ya böyle yapılır ya da hiç yapılmaz”
“Bu konuda ya beni desteklersin ya da karşı tarafa geçersin”
“Hata yaptığın an gözümden düşersin”
“Bu işin ortası yoktur”
gibi ifadeler kutuplaşmış bakış açısının, insanlar arası farklılıkların varolduğu bir dünyada ne kadar acımasız olduğunu göstermektedir.
Gerçekçi iletişimde, bir olayın tümünün anlaşılması için, o olayla ilgili olan tüm açıların anlaşılmasının önemine inanılır. Herhangi bir açının mutlak doğru olmayacağı, sadece ve sadece göreceli bir doğru olduğu varsayılır. Bu varsayım temelde insanlar arası ilişkiler dünyasının tartışma götürmez tek mutlak doğrusunun “sınırsız farkındalıklardan” oluştuğu inanışına dayanır.
Bu nedenle gerçekçi iletişimi ve sağlıklı diyaloğu benimsemiş kişinin amacı kendi göreceli doğrusunu veya farkındalığını çevresindekilere zorlamak değil, farklılıklar arasında aynılığı yakalamaktır. Buna çok açılı düşünme biçimi de diyebiliriz.
İletişim becerisi, olaylara farklı açılardan bakabilme esnekliğini gerektirir. Tek açıya bağlanıp kalma, yani “açı sadakati” iletişim becerisini iletişimsizlik becerisine dönüştürür.

3.İletişim süreci, “karşımdaki nasıl bir insandır” “karşımdaki tarafından nasıl algılanıyorum” sorularından arındığı ve “karşımdaki ne söylüyor” söylediklerim nasıl algılanıyor” sorularını sorduğu oranda verimli ve sağlıklı olabilecektir. İletişim kurmanın temel amacı, kişilik değerleri yerine karşılıklı gönderilen iletilerin alış-verişini yapabilmektir. İletilerin değerlerini atlayıp, kişiliklerin değerlerine odaklanıldığı zaman, alış-verişin niteliği iletişim olmaktan çıkıp, kişiliklerin savaşımına dönüşecektir.
Bir arkadaş ortamında yeni tanışmış olan iki kişiyi düşünün. Ahmet ve Ayşe. Ahmet, Ayşe’yi ilk gördüğünde onu “ukala” birisi olarak tanımlar, Ayşe de Ahmet’i ilk gördüğünde onu “çıkıntı” birisi olarak tanımlar. Artık Ahmet Ayşe’nin gönderdiği her iletide bir “ukalalık” Ayşe de Ahmet’in gönderdiği her iletide bir “çıkıntılık” arayacaktır. İletişimlerde “ukalalık” ya da “çıkıntılık” yapılabilir. Ancak, bu değerlerin kişiliklere değil de, iletilere ait olduğunu hatırlayabildiğimiz sürece iletişimlerimizde yolumuz daha açık olabilecektir.

Uzman Klinik Psikolog
Yasemin MERİÇ KAZDAL

*Bu yazının tüm hakları saklıdır, yazarın izni olmadan kopyalanması, kullanılması ya da paylaşılması yasaktır.